Louis Pasteur, 1822
yılında Fransa'nın Dura bölgesindeki Dole kasabasında dünyaya geldi.
Pasteur
kimyager ve daha sonra bakteriyolog olarak yaşadığı çağda, tıbbın ilerlemesine
çok büyük katkılarda bulundu. Fakat o tıp doktoru olmadığı için, 1800'lü
yılların doktorları onun teorilerine burun kıvırıyorlardı.
Pasteur buna hiç
aldırmadan çalışmalarını sürdürdü, çünkü
Pasteur'ün bakterilerin
ya da mikropların gerçekten var olduklarına ve bunların hastalıklara yol
açabileceğine olan inancı tamdı.
O
kendi bildiği yöntemle yaptığı işe ve kendine inancını sürdürerek
araştırmalarına devam etti. Bundan sonra ise ipekböceği hastalığına ve kuduza
çare buldu.
Pasteur ayrıca içtiğimiz
sütün bozulmasını önlemenin yöntemini de keşfetti. Burada sütü 140 (fahrenheit)
derecede otuz dakika süreyle ısıtmak ve sonra hızlı bir biçimde soğuttuktan
sonra sütü kapalı ve sterilize edilmiş şişelere koymak gerekiyordu. Bu yöntem
sütü mikroplardan arındırmak için günümüzde de kullanılmaktadır.
Bu
yönteme,
Louis Pasteur'ün adıyla
'Pastörize' etmek denilmektedir.
Pasteur, Strasberg'li
Marie Laurent ile evlendi. Birbirlerini çok seviyorlardı. Marie eşini,
araştırmalarını her şeyin üstünde tutması için özendiriyordu. Bu yüzden Pasteur,
laboratuar çalışmaları üzerinde yoğunlaşabiliyor ve işine gereken zamanı ve
önemi verebiliyordu.
Küçük Joseph Meister kuduz bir köpek tarafından on dokuz yerinden ısırıldığında,
anne ve babası yavrucağı Louis
Pasteur'e getirdiler. Bu
bilim insanı daha önce insan üzerinde hiç denenmemiş olan kuduz aşısını çocuğa
uygulamakta tereddüt etti. Pasteur bunu ancak, kendisine gelen iki doktorun,
çocuğun kuduzdan her durumda öleceğini ve başarılı olursa ilacın kuduza bir çare
olabileceğini söylemesinden sonra denemeye karar verdi.
Pasteur kuduzun çaresini
bulmuştu. Louis'nin aşısı küçük Joseph Meister'in hayatını kurtardı. Meister
büyüdüğünde
Pasteur Enstitüsü'nün
kapıcılarından biri olacaktı. Çünkü Louis Pasteur'e karşı duyduğu minnet
duygusu, ömrünün sonuna kadar Enstitü'de çalışmak istemesine neden olmuştu.
Pasteur kendine inanan
bir insandı. Başkalarının söyledikleriyle değil, kendi doğrularıyla yaşayan ve
sezgilerine güvenen bir bilim insanıydı. 1895 yılında hayata gözlerini yumduğu
güne kadar son derece alçak gönüllü, gösterişiz ve sade bir yaşam sürdürdü.
Yaşlılık yıllarında insanların ona gösterdikleri büyük saygı karşısında
şaşkınlığa düşer ve bunu pek komik bulurdu. Bir keresinde Londra'da bir
uluslarası tıp kongresine davet edilmişti.
Kongre salonuna girdikten kısa bir süre sonra
Pasteur kürsüye davet
edildi.
Pasteur'ün yüzünde hayal
kırıklığına uğramış gibi bir ifade belirdi.
Pasteur, "İngiltere
veliaht (kral adayı) Prens'i buraya geliyor olsa gerek" dedi. "Keşke dışarda
dursaydık. Gelişini de izleyebilirdik böylece." Bu içten sözler herkesi çok
duygulandırmıştı. Kongre başkanı Pasteur'e "Hayır Bay Pasteur" dedi. "Gelen
sizsiniz. Herkesin takdir ettiği ayakta alkışladığı insan sizsiniz."
|